13 Haziran 2015 Cumartesi

FETRET DEVRİ NE DEMEKTİR?

Fetret: Aynı cinsten iki hâdise arasındaki kesinti devresi demektir.
Fetret kelimesi daha çok şu manâlarda kullanılmıştır:

1- İki peygamber arasında peygambersiz geçen zaman. Meselâ Şit aleyhisselâm’ın vefatından sonra insanlar bozuldu. Âdem ve Şit aleyhimesselâm’ın bildirdiği hükümler unutulup terk edildi. Bu fetret döneminden sonra Hazret-i İdrîs peygamber gönderildi. Ona otuz suhuf verildi. Hazret-i İsâ ile Peygamber Efendimiz arasındaki fetret devri bin senedir. Peygamberler tarihinde fetret devri denince İsa Aleyhisselâm ile Efendimiz s.a.v. Hazretlerinin arasındaki zaman akla gelir.

2- Efendimiz s.a.v. Hazretlerine kırk yaşında iken ilk vahiy gelerek peygamberliği bildirildi. Kırk üç yaşına kadar geçen fetret devresinde vahiy gelmedi. Fakat İsrafil aleyhisselâm ara sıra gelip, Peygamber efendimize bâzı şeyleri öğretirdi. Bu hâl üç sene kadar sürdü. Kırk üç yaşında iken Cebrail aleyhisselâm gelerek Müddessir sûresinin ilk âyetlerini getirdi. Böylece Peygamber efendimiz insanları dîne davet etmekle vazifelendirildi. İlk vahiyle bu zaman arasına da fetret devri adı verildi.


İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan Tefsiri: 6/394-395

İÇKİDEN DOLAYI LANETLENENLER

İÇKİDEN DOLAYI LANETLENENLER

Hadis-i şerifte buyuruldu ki,
"Allâh-ü Teâlâ Hazretleri lanet etsin:
1- İçkinin kendisine,
2- İçkiyi içene,
3- İçkiyi sunana (ve içirene),
4- İçkiyi satana,
5- İçkiyi satın alana,
6- İçkiyi sıkana (hazırlayana),
7- İçkinin sıkılmasını (hazırlanmasını) isteyene,
8- İçkiyi taşıyana,
9- İçkiyi kendisi taşıttırana
10- İçkinin bedelini (parasını) yiyenlere..."

Hadis-i şerif, Kenzul-Ummal, 13257
İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan Tefsiri, 7/56


12 Haziran 2015 Cuma

İSMAİL HAKKİ BURSEVÎ HAZRETLERİ KİMDİR?

İSMAİL HAKKİ BURSEVÎ HAZRETLERİ KİMDİR?
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri 1652 (H.1063) senesinde Pazartesi günü Aydos'ta doğdu. Babası Mustafa Efendi, aslen İstanbulludur. 1650 (H.1062) yılında İstanbul Esir Han'ında çıkan büyük bir yangında evi ve eşyası yandığından maddi sıkıntıya düştü. Aydos kasabasına yerleşti. İsmail Hakkı hazretleri onun için burada doğdu.
İsmail Hakkı Efendi üç yaşına girince babası onu Celvetiyye yolunun büyüklerinden Seyyid Atpazarlı Osman Fadlî Efendiye götürdü. Osman Fadlî Efendi, elini öpen İsmail Hakkı'ya; "Sen doğumundan ber bizim hâlis talebemizsin." dedi.
Yedi yaşında annesini kaybeden İsmail Hakkı, on yaşına gelince

TIRNAKLARI KESMEK

TIRNAKLARI KESMEK
Tırnaktan uzayanları kesmek mendüptür.
Çünkü tırnaklarda pislik toplanır ve kirden dolayı cilde (deriye) su ulaşmayabilir.
Bu yabancı maddelerden dolayı da cünüp kişinin cenabeti devam eder.
Zira gusül abdestinin farzlarından biri de bedende iğne ucu kadar da olsa kuru bir yerin kalmamasıdır.
Böyle bir kişi yıkandığı halde gusül abdesti almamış olur. Bu haliyle cünüptür.
Hatta cenabet onun bütün vücudunda kalmış sayılır.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri

İBRAHİM ALEYHİSSELÂM’IN SÜRYÂNİCE KONUŞMASI

İBRAHİM ALEYHİSSELÂM’IN SÜRYÂNİCE KONUŞMASI
İbrahim Aleyhisselâm, Süryânice konuşuyordu.
İsmail a.s. Arapça konuşuyordu ve birbirlerini anlıyorlardı.
Kelimeleri birbirlerine karıştırmıyorlardı.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri

NEDEN "SAFA VE MERVE" DENİLMİŞTİR ?

NEDEN "SAFA VE MERVE" DENİLMİŞTİR ?
"Hakikat, Safa ile Merve Allah’ın şeâirindendir. Onun için, her kim hac veya umre niyetiyle Beyt’i ziyaret ederse, tavafı bunlarla yapmasında ona bir günah yoktur.
Her kim de, gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah ecriyle meşkûr kılar, Alîm’dir." (Bakara 158)
Safa, Mekke’de bir dağın adıdır. Safiyyüllah Âdem Aleyhisselâm üzerinde oturduğu için kendisine “Safa” denilir.
Merve de Safa gibi Mekke’de bir dağın adıdır. Merve’nin üzerine Adem Aleyhisselâm’ın hanımı, hazreti Havva oturduğu için, “Merve” denmiştir.
"Allah’ın şeâirindendir;" "Şeair" kelimesi cemii olup, alâmet manasınadır.
Yâni, Safa ile Merve adındaki iki tepe, Allah’a taatın alâmetlerindendir.
Çünkü ister vakfe yerleri, ister sa’y yerleri, ister kurban kesme yerleri olsun, Allah hepsinin belli ibâdetleri yerine getirmemiz bakımından, tanıyabilmemiz için birer alâmet kılmıştır.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/193

NAMAZDA TEMBELLİK

Kim beş vakit namazda ve cemâate gitmekte tembellik ederse, Allah-ü Teâlâ onun rızkından ve kazancından bereketi kaldırır, yüzünden sâlihler sîması silinir, sâir ibâdetleri de kabul olunmaz. İnsanlar ona kalben buğzeder; kalbi aç ve susuz olarak kabz olunur, Münker ve Nekir şiddetle sual sorar; kabri dar ve karanlık olur, hesâbı zor verir ve Allah-ü Teâlâ ona cehennemde azap eder.

Ruhulbeyan Tefsiri, C. 5, S. 444

ALLAH MÜHLET VERİR AMA ASLA İHMÂL ETMEZ

ALLAH MÜHLET VERİR AMA ASLA İHMÂL ETMEZ
Bu geçici dünyâda kul için mühlet vardır; ama ihmâl asla yoktur. Bütün insanlar, yaptıklarının karşılıklarıyla yargılanacak ve yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.
Dünya hayatının süsü ve güzelliği seni aldatmasın.
Muhakkak ki, itaatkâr ve âsî herkesin dünyâda bir nasibi vardır.
Dünyadan nasibdâr olmak, âhirette yükselmeye sebeb değildir.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri

DİN KARDEŞİNİ HAFİFE ALMAK

Din kardeşini hafife almak
"Mümin, din kardeşlerini hafife almamalı, onlara tepeden bakmamalıdır. İblis, Âdem a.s.’a hakâret gözüyle baktı ve kendini beğendi. Ancak ebedî olarak lânete uğradı. İşte kim bir Müslüman kardeşini hakîr görür ve kendini ondan daha üstün zannederse, zamanın iblisi olur, kardeşi de zamanın Âdem’i makâmındadır."

Ruhu’l-Beyan tefsiri, Bursevî, IX, 79

İLK ÇOCUĞUN KIZ OLMASI

İLK ÇOCUĞUN KIZ OLMASI
"...İlk çocuğun kız olması kadının bereketindendir. Çünkü Cenab-ı Hakk ayet-i celileye 'Dilediğine kız verir...' diye başlamıştır."
Hadis-i şerif, Ruhu'l-Beyan tefsiri

HACCIN SİLDİĞİ VE SİLEMEDİĞİ GÜNAHLAR

HACCIN SİLDİĞİ VE SİLEMEDİĞİ GÜNAHLAR
Kabe-i şerif’i hacceden kişi, cehennem azabından emin olur.
Zira hac ibadeti geçmişi siler.
Hac, kişinin daha önceki günahlarına kefarettir.
Haccın kefaret olduğu günahlar:
1-Hukûkullâh: (Allah’a borçlu olduğumuz ibadetler)
Hac, daha önce üzerine vacip olan Hukûkullah’dan doğan günahları keser ve siler.
Mâlî mükellefiyetler hariç.
Hac, yemin kefareti gibi günahları silmez.
(Mâlî mükellefiyetleri mutlaka yerine getirmek gerekir.)
2-Hukûkulibâd (Kul hakkı):
Kişi, haccetmekle kul hakkından kurtulamaz.
(Mazlum ve mağdur olan insanlara haklarını vermedikçe hac, hiçbir kul hakkının affedilmesi, silinmesi veya kesilmesine sebep değildir.)

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri

KARZ-I HASEN, SADAKA VERMEKTEN DAHA ÜSTÜNDÜR

KARZ-I HASEN (FAİZSİZ ÖDÜNÇ BORÇ VERMEK) SADAKA VERMEKTEN DAHA ÜSTÜNDÜR
Peygamber Efendimiz s.a.v. buyurdular:
Cennette girdim, kapısının üzerinde şöyle (yazılı olduğunu) gördüm:
"Sadaka(nın ecri), (bire) on'adır. 
Karz (ödünç borç vermek) ise (bire) on sekiz'edir."
Sordum:
"Ya Cebrail, nasıl sadaka on misliyle; karz (ödünç verme) on sekiz misliyle oluyor?"
Cebrail Aleyhisselâm şöyle buyurdular:
"Çünkü sadaka (şeriat bakımından) zengin ve fakir (her) kişinin eline düşer (düşebilir).
Karz (ödünç) ise ancak ihtiyacı olan kişinin eline düşer."

Ruhu’l-Beyan Tercümesi, Cilt 3 /Sahife 224

CEHENNEMİN YARATILMA SEBEBİ NEDİR?

CEHENNEMİN YARATILMA SEBEBİ NEDİR?
Cehennem, Hazret-i Allah'ın şefkati, iyiliği, keremi ve cömertliğinin eseridir.
Allah'ın cömertliğinin iyice anlaşılması ve cehennemin neden yaratıldığının iyice kavranılması için şu iki kişiye bakın:
1- Adamın biri insanlara ziyafet veriyor. 
Ve şöyle diyor: "Kim benim ziyafetime gelirse ona ikramda bulunacağım. Ziyafetime gelmeyene de hiçbir şey yoktur."
2- Bir başka ziyafet veren de, kerem, iyilik ve cömertliğinin tam olarak beyan edilmesi için: "Kim benim ziyafetime gelirse, ona ikramda bulunacağım; ziyafetime gelmeyen kişiyi döveceğim ve hapsedeceğim," diye buyurmaktadır. Hiç şüphesiz bu kişinin keremi ve cömertliği birinci kişinin kereminden daha mükemmel ve daha tamamdır.

Ruhu’l-Beyan Tercümesi Cilt 2, Sayfa 48

ASİLERE MÜHLET VERİLME SEBEBİ

ASİLERE MÜHLET VERİLME SEBEBİ
Eğer "Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin asîlere dünyada mühlet vermesinin sebebi nedir" diye soracak olursan; denildi ki, Allah-ü Teâlâ Hazretleri, asi olan kullarına mühlet verdi. Onları dünyada iken hemen yakalayıp cezalandırmadı ki, "Allah Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri’nin kulları; af, ihsan ve bağışlamanın, tutup cezalandırma ve intikam almaktan daha sevimli ve Allah’a daha hoş olduğunu görsünler", diyedir. Yine bu sebeple kulları, "Allah-ü Teâlâ'nın şefkati, iyiliği, kerem ve cömertliğinin büyüklüğünü bilsinler" diyedir. Aslında bundan dolayı ateş (cehennem) yaratıldı.

Ruhu’l-Beyan Tercümesi Cilt 2, Sayfa 48

SEVEN, SEVDİĞİNDEN GELENLERE KATLANIR

Ebû’l-Kâsım Cüneyd-i Bağdadî'yi bir vadide istiğrak (tasavvuf erbâbının vecde dalıp kendilerinden geçmeleri) halinde gördüklerinde onu delirmiş veya hasta olmuş zannederek hastaneye kaldırdılar. Cüneyd-i Bağdâdîyi sevdiğini iddia eden bâzı kişiler ziyaretine geldiler. Cüneyd-i Bağdadî onlara sordu:
-Sizler kimlersiniz? Onlar:
-Biz seni sevenleriz! dediler.
Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri onlara taş atmaya başladı, kaçtılar.
-Bu gerçekten delirmiş! dediler. Kendilerine attığı bir taştan dolayı sevenlerinin kendisinden kaçtığını gören Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri onlara şöyle seslendi:
-Hani sevginiz? Siz sözlerinizle sevdiğinizi söylüyorsunuz ama fiillerinizle bunu yalanlıyorsunuz!
Hakikî muhib, habib’den kendisine isabet musibetlerle mesrur olan kişidir. Gerçekten seven kişi, sevgilisinden kendisine gelen bütün zarar ve musîbetlere seve seve katlanır.
Bundan dolayı belâ’nın en şiddetlisi peygamberlere ve evliyâullah’a gelmiştir. Peygamberler ve evliya kendilerine gelen bu şiddetli belâyı en leziz ve en tatlı olarak kabul etmişlerdir. Onlar teslimiyet elbisesini giydiler ve sabrettiler. Böylece mükaşefat ve müşâhedât hüccetlerine daldılar. Kalp ve dilden Tevhîd ile meşgul oldular. Mennân olan Mâlik’i zikrettiler. Hatta onun dışındaki bütün şeylerden geçtiler, bütün iltifatları bıraktılar. Kendilerini meşgul eden bir lokma yemek bile olsa, bıraktılar. Yemek yemeleri bile onları Allah’ı zikretmekten alıkoymadı. Bundan dolayı fena ve bekadan yükseldiler, gayelerinin tâ sonuçlarına vardılar.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, 2/143-144

TAVUK ETİNİN NECİS OLMASI

TAVUK ETİNİN NECİS OLMASI
Tavuk kesildiği ve tüyleri yontulup temizlendiği zaman; karnı yarılmadan önce kaynar suyun içine konulursa, o su necis olur ve tavuk da necis olur. O cihetle ki o tavuğu yemeğe asla yol yoktur. O tavuk hiçbir surette artık temizlenmez. Ancak kedi ona tahammül eder. Çünkü o artık kedinin malıdır.

Ruhu’l-Beyan Tercümesi Cilt 8, S 224

AYVA YİYEN HAMİLE KADININ ÇOCUKLARININ GÜZEL OLACAĞI

AYVA YİYEN HAMİLE KADININ ÇOCUKLARININ GÜZEL OLACAĞI
Peygamberlerden bazısı Allâh-ü Teâlâ Hazretleri’ne ümmetinin çocuklarının çirkin doğmalarından şikâyet ettiler. Allâh-ü Teâlâ hazretleri o peygambere vahyetti:
"Onlara (ümmetine) emret! Hamile kadınlarının (hamileliklerinin) üçüncü ve dördüncü aylarında ayva yedirsinler!" buyurdu. Çünkü onda cenin tasviri vardır. Ayva çocuğun güzel olmasına sebep olur.

Ruhu’l-Beyan Tercümesi Cilt 7, S 668

DİNİMİZDE DÜNYADAN EL ÇEKMEK VAR MIDIR?

Peygamber Efendimiz s.a.v. bir gün vaaz ettiler ve kıyameti anlattılar. 
Korkutma vazifesini yerine getirdiler. İnsanlar ondan ayrıldıklarında (çok etkilenerek) ağladılar.
Sahabelerden on kişi Osman bin Maz'ûn el-Cümhi'nin evinde toplanıp müşavere ettiler (bu konuyu tartıştılar).
Bu on sahabi yaptıkları toplantı sonunda aşağıdaki konularda ittifak ettiler:
1. Ruhbanlık etmek
2. Yün elbise giymek
3. Aba (kaba elbiseler) giymek
4. Karalara bürünmek
5. Zekerlerini (tenasül aletlerini) kesmek
6. İğdiş olmak
7. Bütün seneyi oruçlu geçirmek
8. Geceleri sabahlara kadar kıyam ve namazla geçirmek
9. Asla yatağın üzerine yatıp uzanmamak
10. Et yememek
11. Et yağı yememek
12. Yağlı ve leziz yemekler yememek
13. Kadınlara asla yaklaşmamak
14. Koku sürünmemek
15. Soğuk su içmemek
16. Bundan böyle iş, sanat, ziraat ve ticaretle uğraşmamak
17. Ve (bundan böyle) yeryüzünde seyahat etmek
Sahabelerin bu kararları Peygamber Efendimiz’e s.a.v. ulaştı.
Peygamber Efendimiz s.a.v. (hemen) Osman bin Maz'ûn r.a. Hazretleri’nin evine geldi. Kendisine tesadüf etmedi.
Havle r.a.’a (hanımına) :
"Senin kocan ve arkadaşlarından bana ulaşan haber doğru mu?" diye sordu.
Kadıncağız, Efendimiz’e s.a.v. karşı yalan söylemek istemedi ama kocasının haberini (sırrını) da ortaya koymak istemedi. (Bunun için şöyle cevâp verdi:)
"Ya Resûlallah! Eğer kendisi sana söylediyse doğrudur!"
Peygamber Efendimiz s.a.v. döndü.
Osman bin Maz'ûn r.a. evine geldiğinde hanımı ona Efendimiz’in s.a.v. evlerine kadar geldiğini bildirdi. Osman bin Maz'ûn hemen Rasulullah s.a.v.’e gitti.
Peygamber Efendimiz s.a.v. bu durumu ona sordu.
"Evet! (İşittikleriniz doğrudur ya Resûlallah)!" dedi.
Peygamber Efendimiz s.a.v.:
"Hiçbir zaman ben bunu size emretmedim!
Muhakkak ki nefsinizin sizin üzerinizde hakkı vardır.
Oruç tutun! İftar edin!
(Gecenin bir kısmında) kalkın (namaz kılın), (sonra) uyuyun!
Muhakkak ki ben kıyam ederim, uyurum, oruç tutarım, iftar ederim, et yerim, yağ yerim, kadınlara da yaklaşırım, kim benim sünnetimden yüz çevirirse, (sünnetimden dönüp onunla amel etmezse) o kişi benden değildir." buyurdu.
Sonra Rasulullah s.a.v. ashabını topladı, onlara bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu:
"Kadınları, yemekleri, kokuları, uyku ve dünyevî şehvetleri kendilerine haram kılan kavmin hâli nicedir?
Ben size, kıssîsîn (keşişler) ve rahipler olmanızı emretmedim. Benim dinimde, et yememek, kadınları terk etmek ve manastırlar edinmek (bir yere kapanıp orada ibâdet etmek) yoktur.
Benim ümmetimin seyahati oruçtur.
Ümmetimin ruhbanlığı ise cihat ve mücâhede'dir.
Ey ümmet ve ashâbıml Allah'a ibâdet edin!
Ona hiçbir şeyi şirk koşmayın!
Haccedin! Umre yapın! Namaz kılın! Zekat verin!
Ramazan-ı şerif orucunu tutun! İstikâmetinizi düzeltin!
Dosdoğru olun ki size de doğru davranılsın!
Muhakkak ki sizden önce olan ümmetler, helak oldular. Onların helak olmalarına şiddet sebep oldu. Onlar, dinlerini zorlaştırdılar. Allâh-ü Teâla da onların üzerine zorlaştırdı, işte bu kiliseler ve manastırlar onların kalıntılarıdır (ve onlardan arta kalan şeylerdir...)"
Bu hadise üzerine şu ayet-i kerimeler nazil oldu:
"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.
Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve inandığınız Allah'tan korkun."
Maide 87-88

Ruhu’l-Beyan Tercümesi Cilt 7 /Sahife 28-29-30

ŞEYTANIN ADI

ŞEYTANIN ADI
İbn-i Abbas r.a.'ın rivayetine göre, şeytan Allah'a isyan ettiği zaman lanete uğrayarak şeytan oldu.
Bu rivayet, onun Allah'a isyan edip lanete uğradıktan sonra "Şeytan" diye isimlendirildiğine delâlet eder. Lanetten önce şeytanın adı Azâzil veya Nail idi.
İstiâze (Euzu besmele):
Kendisinden Allah'a sığınılan şeyleri yani alay etmek, kötülük ve dedikodu yapmak, vesvese vermek gibi şeytanı zararları ve kabâhatları ile kayıtlı olarak anmaktır ki, böylece şeytanın umumî şerlerinden Allah’a sığınılmış olsun.
"Ravdâtü'l-Ahbar" da şöyle deniliyor:
"Şeytanlar, erkek ve dişidirler. Doğarlar, ölmezler, belki (kıyamet sabahına kadar) ebedîdirler.
Cinler, erkek ve dişidirler, doğarlar ve ölürler.
Melekler, erkek ve dişi değiller, doğmazlar, yemezler ve içmezler."
Bundan şeytan ve cinlerin hakikî nesneler oldukları ve var oldukları sabit oldu. Cin ve şeytanların varlığını felsefeciler, doktorlar ve benzerlerinden çok az bir kısım hariç, kimse inkâr etmez.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Cilt 1

İMAM-I GAZALÎ HAZRETLERİ’NİN CİNLERİN VARLIĞINI İSPATI

Hüccetü'l-İslâm İmam-ı Gazâlî Hazretleri sünneti ihya eden, insan ve cinlerin müftüsüydü. 
Bir gün cinlere, havadis (dünyada olup biten garip şeyleri) sordu. Cinler: "İmam-ı Zemahşerî Hazretleri tefsirle alakalı bir kitap yazmaktadır. Kuran-ı Kerim’in yarısına yetişti." dediler.
İmâm-ı Gazali Hazretleri cinlerden Zemahşeri Hazretleri’nin yazmış olduğu tefsiri kendisine getirmelerini istedi. Cinler Zemahşeri Hazretleri’nin yazmış olduğu tefsiri istinsah ettiler, hepsini yazdılar. Aslını yerine koydular, kopyasını getirdiler.
Zemahşeri Hazretleri Gazali Hazretleri’nin yanına geldiğinde, Gazâlî Hazretleri o tefsiri kendisine gösterdi.
Zemahşeri Hazretleri hayret etti, şaşırdı. Şöyle dedi:
"Eğer bu tefsir benim ise ben onu gizledim. Gizli yazıyorum. Benden başka kimse tefsir yazdığımı bilmiyor. Bu nereden geldi? Yok, eğer bu tefsir başkasının ise bir kitabın lafız, mana, konuluş ve tertipte bu kadar birbirine benzemesini akıl kabul etmez. Bu mümkün değildir."
Bu konuşma üzerine İmâm-ı Gazâlî Hazretleri şöyle buyurdu:
"Bu tefsir (senindir) bize cinlerin eliyle ulaştı." dedi.
Zemahşeri Hazretleri o güne kadar cinleri inkâr ediyordu. O mecliste cinlerin varlığını itiraf etti (kabul etti).

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Cilt 1

YATSI VE SABAH NAMAZI KİMLERE AĞIR GELİR?

YATSI VE SABAH NAMAZI KİMLERE AĞIR GELİR?
"Yatsı ve sabah namazı münâfıklara ağır gelir. İnsanlar bu namazlarda olan füyüzât-ı ilâhîyi bilseler, emekleyerek de olsak (gelip) kılarlardı."

Hadis-i şerif, Ruhulbeyan Tefsiri, C. 5, S. 444

GÜNEŞ DOĞUNCAYA KADAR YAPILAN ZİKİR VE TESBİH

GÜNEŞ DOĞUNCAYA KADAR YAPILAN ZİKİR VE TESBİH
"Güneş doğuncaya kadar yapılan zikir ve tesbih, İsmâil oğullarından seksen köle âzat etmekten efdaldir."

Hadis-i şerif, Ruhulbeyan Tefsiri, C. 5, S. 444

FİRAVUN’UN BAŞLANGICI

Denildiğine göre, Mûsâ Aleyhisselâm’ın Firavun’u, İsfehanlı bir attar idi. Borçların altına girdi. İflas etti.
İsfehan’dan çıkmak zorunda kaldı. Şam’a geldi. Orada işleri kolay ve doğru gitmedi. Mısır’a girdi. Mısır’da şehir dışında karpuz ve kavunun yükü bir dirheme, şehir içinde ise, tanesinin bir dirheme olduğunu gördü. Kendi kendine şöyle düşündü:
"Bu benim için iyi bir fırsat. Bunu değerlendirirsem, borçlarımı Ödeyebileceğim güzel bir yoldur."
Firavun, şehrin dışına çıktı. Toptancısından bir yükü bir dirheme satın aldı. Şehire girdiğinde, beraberinde ancak bir karpuz kalmıştı. Onu bir dirheme sattı. Günlerini bu şekilde geçirdi. Şehir ehlinin kendi haline terkedildiğini, işlerini idare eden ve siyâsetlerini güzel yürüten kimse yoktu.
Şehirde büyük bir veba başgösterdi. Firavun, mezarlığa doğru yöneldi. Baktı ki bir ölüyü gömüyorlar. Firavun, ölünün sahiblerine durumunu şöyle arzetti.
"Ben mezarlıkların sorumlusuyum" dedi. Onlar:
"Ne istiyorsun?" dediler: Firavun:
"Bana beş dirhem vermeden, ölünüzü defnedemezsiniz!" dedi.
Cenaze sahibleri, Firavun’a beş dirhem verdiler. Firavun, bu şekilde mezarlığa gelen bütün cenazeler için para aldı. Üç ayın içinde büyük bir mal topladı. Hiç kimse ona itiraz etmedi. Ancak bir gün, mezarlığa gelen cenaze sahiblerinden biri para istediğinde itiraz ettiler. Onlar, Firavun’a:
"Seni kim buraya dikti! Seni mezarlıkların sorumlusu olarak tayin eden kimdir?" diye sordular. Onu alıp asıl Firavun’a yani şehrin hükümdarına çıkarttılar.
Hükümdar sordu:
"Sen kimsin? Seni bu makama tayin eden kim?" Firavun: "Beni bu makama kimse tayin etmedi. Ben bunu halkın beni senin huzuruna çıkartmaları için yaptım. Senin huzuruna geleyim ki kavmin hakkında seni uyarayım ve onların durumlarını sana anlatayım" diye durumunu beyan ettikten sonra, Firavun mezarlıktan kazanmış olduğu bütün altınları, hükümdarın önüne koydu ve konuşmasına devam etti:
"Ben bu yolla bu kadar topladım. Buyur sizin hakkınızdır." Hükümdarın hoşuna gitti. Firavun yine konuşmasına devam etti:
"İdare işlerini bana ver. Benim güvenilir ve işler konusunda yeterli siyâset, bilgi ve beceriye sahib olduğumu görürsünüz." dedi. Hükümdar, halkın idaresini ona verdi. Onu kendisine vezir tayin etti.
Firavun, halkı güzel bir şekilde yönetti. Askeri İslâhatlar yaptı. Orduyu düzene soktu. Halkın durumlarını düzellti. İşleri rayına koydu. Ekonomik ve iktisadî hayatları müreffeh bir düzeye çıktı. Uzun bir süre bu vazifesinde kaldı. Firavun, bütün işlerini adalet ve güzellikle yönetti. Şehrin gerçek hükümdarı (yani Firavun’u) öldü.
Musa a.s.'ın Firavun’unu, onun yerine hükümdar tayin ettiler. Onun işi yapageldiği şeylerdi.
Yusuf Aleyhisselâm’ın (çağında yaşayan) Firavun’un ismi ise, Reyyân idi. İkisinin arasında, dörtyüz yıldan daha fazla bir zaman vardır.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi, Cilt 1

KUL HAKKI

KUL HAKKI
Hikâye olundu ki, Nûşirevân öldüğü zaman, tabutunu bütün memleketini gezdirdiler. Bir münâdî şöyle nida ediyordu:
"Üzerimizde hakkı olan gelsin!"
Vilâyetin hiçbirinde, bir dirhem kadar bile üzerinde hakkı olan bir kimse bulunmadı.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, 2/382-383

BABADAN KALMA ŞEYHLİK

BABADAN KALMA ŞEYHLİK
Babadan, âbâ-ü ecdâddan miras yoluyla şeyhlik iddia edenlere asla iktidâ etmemek ve onlara tabi olmamak gerekir. Çünkü babadan miras yoluyla şeyhlik iddia edenlerin, hakîkat âlemine götüren tarikatta, bir hidâyet ve nasipleri yoktur. Bunlar, yâni miras yoluyla şeyhlik makamına oturanlara iktidâ etmeye sâlih değillerdir. Bunlara uymak ve onlara murid ve talebe olmak caiz değildir.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, 2/247

SULTANLARI KARŞILAMAK İÇİN KESİLEN HAYVANIN DURUMU

Meşârık’ül-Envâr’ın Hadîslerindendir. Efendimiz s.a.v. Hazretleri buyurdular ki:
“Allah, anne ve babasına lanet eden kişiye lanet etsin. Allah, Allah’tan başkası için kurban kesen kişiye lanet etsin.”
İmam Nevevî rh. :
Burada Allah’tan başkasının adı ile kesmekten murat; put, Musa veya ikisinden başka bir şey için kurban kesmek demektir.
Şeyh İbrahim Meravedî rh. :
Sultanların (idareci veya herhangi bir kişinin) karşılanması sırasında yakınlık için kesilen hayvanların etlerinin haram olduğuna Buhara ehli (âlimleri) fetva verdiler. Çünkü o, Allah’tan başkasının nâmına boğazlanan, hayvan olmuş olur.
Râfîî rh. :
Bu haram değildir. Zira hayvan onların gelişine duyulan sevinçten dolayı kesilmektedir. Bu durum, çocuk dünyâya geldiğinde kesilen akîka kurbanı gibidir. Bunun benzerleri tahrimi icap etmez.
Müslümanları küfürden korumak ve amellerinin zayi olmaması için Müslümanların amelleri buna hami olunur. Çünkü muvahhid nazarını Mevlâsının razı olacağı amellere dikmiştir. Kendisini Allah’a yaklaştıracak kolaylıklarla Allah’a ibâdet etmektedir.
Allahım! Bizleri zellelerden ve ayak kaymalarından koru! Amin.

Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/124-125

İSM-İ ÂZAM DUASINI KİMLER ÖĞRENEBİLİR?

Adamın biri meşâyihten birine hizmet eder ve ona:
"Bana ismi Âzam duâsını öğretmeni istiyorum." der. O da:
"Senin bunu öğrenebilme ehliyetin var mı?" der. Adam:
"Evet!" der. Meşâyih (Şeyh) ona:
"O halde sen, şehrin giriş kapısına git, sonra gel, orada gördüklerini bana anlat!" der.
Adam şehrin giriş kapısına gider. Oturur ve beklemeye başlar. Bir de bakar ki, yaşlı bir oduncu, eşeğiyle odun getiriyor. Askerin biri gelip yaşlı oduncuyu döver ve odunlarını elinden alır. Bu olaydan sonra döner şeyhine gördüklerini anlatır. Şeyh, ona:
"Eğer İsm-i Âzam duasını bilseydin bununla o askere ne yapmak isterdin?"
Adam:
"O askerin helak olması için bedduada bulunurdum." der. Şeyh kendisine:
"O gördüğün yaşlı oduncu var ya, işte bu İsm-i Âzam duasını bana öğreten odur." der. Adam şaşar kalır. Şeyh devam eder:
"Şunu iyice bilmelisin ki, İsm-i Âzam duasını şu sıfatlara sahip halim ve selim birisi öğrenebilir:
1 - Sabır.
2 - Mahlukata merhamet.
3 - Mahlukata şefkat.
Sonra, muhakkak ki, az konuşmak, nefsi islâh etme yolunda en faydalı şeylerdendir. Helâl ve temiz lokma, tabiat ve ahlakı islâh etmek ve nefsi saflaştırıp nurlandırmakta en faydalı şey olduğu gibi…"

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, 2/532-533

CİN NEDİR?

CİN NEDİR?
"Cin, lâtif cisimler olup, muhtelif şekillerle şekillenen; cisimlerin içlerine (ve çevresine) havanın sızması gibi; hayvanların içlerine; nüfuz etmeye kadir olan bir mahlûktur."

Ruhu’l-Beyan Tercümesi C, 7 / S, 516

DİLİN YARATILIŞ SEBEBİ

Muhakkak ki dil sadece ve sadece Allâh-ü Teâlâ Hazretlerini zikretmek ve Allâh-ü Teâlâ Hazretlerine dua etmek için yaratıldı. 
Yoksa:
1- Dünya kelâmı,
2- Gıybet,
3- Bühtan,
4- İftira.
5- Yalan ve
6- Benzeri şeyler için değil...
Dil sadece ve sadece Zikir, şükür ve hamd için geldi. Gıybet, halkın dedikodusunu yapmak verilmedi.

Ruhu’l-Beyan Tercümesi C, 11 S, 420

MÜMİNİN NİYETİ AMELİNDEN DAHA HAYIRLIDIR

"MÜMİNİN NİYETİ AMELİNDEN DAHA HAYIRLIDIR."
Bu Hadis-i şerif’in manası nedir?
Bu sorunun iki cevabı var.
1. Derim ki, bu Hadis-i Şerif'in vurûd sebebi şöyledir:
Hazret-i Osman r.a., Peygamber Efendimiz s.a.v.’in suyunun içilebilmesi için bir kuyu kazan kişiye büyük bir sevap vaat ettiğini işitti. Sözü edilen kuyuyu kazmaya niyet etti. Fakat kuyu kazma işinde kâfirin biri ondan önce davrandı. Sözü edilen kuyuyu bir kâfir kazdı.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz s.a.v. "Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır."
Yani "Kâfirin amelinden (müminin niyeti) daha hayırlıdır (daha üstündür)." buyurdular.
2. "Müminin mücerret niyeti (amelsiz niyeti); niyetsiz amelinden daha hayırlıdır." demektir.
Çünkü mümin kişi, niyetsiz bir amel işlediğinde; onun niyetle beraber işlemiş olduğu ameli bu niyetsiz amelinden daha hayırlı olmuş olur.

İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan Tercümesi, Cilt 3 / Sahife 130

DÜNYA DÖRT ŞEYLE AYAKTADIR

Peygamber Efendimiz s.a.v. buyurdular ki:
"Dünyanın ayakta durması dört şey sebebiyledir:
1- Âlimlerin ilmi
2- Âmirlerin adaleti
3- Zenginlerin cömertliği
4- Fakirlerin (gönül erlerinin) duası."

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri 2/364

DUANIN HEMEN İCABET EDİLMEMESİNİN SEBEPLERİ

Kim bir hacet için dua eder de duası hemen kabul olunmaz ve haceti hemen verilmezse, bu durum birkaç şekilde yorumlanır:
_Birincisi:
Duaya mutlaka icabet hâsıl olur, icabet edilmemesi muhaldir. Muhakkak ki duaya icabet, ihtiyacın giderilmesinden ayrı bir şeydir. İhtiyacın giderilmesi de, duanın icabetinden apayrı bir şeydir… Duanın icabeti, kulun:
“Ya Rabbi!” dediğinde, Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin ona:
“Buyur kulum!” demesidir.
Bu vaad edilen ve mevcut olan icabettir. Bu hal, doğrulukla O’na yönelen herkes içindir.
İhtiyacın giderilmesi ise, istenen şeyin verilmesidir. İstenen şeyin verilmesi bir kaç şekilde tecelli eder:
1 -Bazen hemen verilir.
2-Bazen uzun bir süreden sonra meydana gelir.
3-Bazen âhirete kalır.
4-Bazen ondan daha hayırlı bir şey kendisine verilir.
_İkincisi:
Duaya icabet, tek bir cihetten değildir. Belki icabetin birçok cihet ve yönleri vardır. Hadîs-i şerifte şöyle buyruldu:
“Müslüman’ın duası, şu üç sebepten biri dışında reddedilmez:
1 - Ya günah olan, ya da akrabayla ilişkiyi kesme ile ilgili olan bir konuda dua eder.
2-Veya istediği şey kendisi için âhirette bırakılır.
3-Ya da duası kadar kendisinden bir kötülük def edilir.
“Herhangi (müslüman) bir kişi, bir dua ile Allah’a dua ettiğinde kesinlikle duasına icabet edilir. (Bu kabul:)
1- Ya hemen dünyâda âdlen verilir.
2- Ya âhirete bırakılır.
3- Ya duasının miktarınca günahları silinir.
(Kişi, duada günah olan bir şey istemedikçe, ya da yakın akrabayla alâkasını kesen bir kişi olmadıkça veya acele etmedikçe duası kabul olur.)
(Sahabeler) sordular:
Ya Rasûlellah, insan nasıl acele eder?” Efendimiz s.a.v. Hazretleri buyurdular:
Ben Rabbime dua ettim, Rabbim duamı kabul etmedi. diyerek aceleci olmuş olur.
“Bir (müslüman) kul dua ettiğinde, muhakkak Allah onun istediğini ona verir veya onun istediği hayır kadar ondan bir şerri defeder. Ancak günah, yâni kötü bir şey için dua eden veya akraba ile ilgiyi kesen kimse bundan müstesnâ’dır.
_Üçüncüsü:
Daha önce de geçtiği gibi duaya icabet Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin meşietine yâni dilemesine bağlıdır.
_Dördüncüsü:
Kulun duasına icabet edilmesinin şartı, kulun da Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin davetine icabet etmesidir. Zîrâ Allah-ü Teâlâ âyeti kerimede şöyle buyurdu:
-”O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla imân etsinler.
_Beşincisi:
Muhakkak ki duanın şartları ve edepleri vardır. Bu şartlar ve edepler, icabetin sebepleridirler. Bu şart ve edepleri mükemmel ve tam bir şekilde yerine getirenler, icabet ehli olup duaları kabul olunur. Bunları ihlâl eden yerine getirmeyenler ise, haddi aşanlardan olur ve o kişi cevâp ve duasının kabul edilmesine hak kazanmış olmaz.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/356-358

KUREYŞ’İN KÂBEYİ BİNA ETMESİ

Kureyş’in Kabe’yi bina etmeleri çok meşhurdur ve orada zikredilen yılan haberi çok yaygındır. (Bilindiği üzere, yüzyıllardan beri devamlı yağmur ve sel sularına karşı koyan Kâbe’nin duvarları iyice yıpranmış ve yıkılmaya yüz tutmuştu. Bir kadının sıçrattığı bir kıvılcım yüzünden Kâbenin örtüsü ve kapısı yanmıştı. Kabe’yi harabe halden kurtarmak isteyen) Kureyşliler, Kabe’yi yıkıp yerine yeniden bina etmek istiyorlardı. Kureyşliler toplandılar. Kâbeyi yıkmak için yaklaştıklarında yılan onlara mâni oldu. Kureyşliler, Kâbe’yi tamir etmek için yıkamadılar. Bunun üzerine bütün Kureyşliler toplandılar. Yüksek sesle Allah’a seslendiler:
"Biz kötülük yapmak istemiyoruz. Biz senin beytini (harabe halden kurtarıp onu eskisi gibi) şerefli bir hale getirmek ve senin beytini süslemek istiyoruz. Eğer sen buna râzî isen bu yılanı buradan def et. Yok, eğer sen buna razı değilsen beytin istediğin halde kalsın." dediler.
Gökte kanat çarpan bir kuşun kanat seslerini işittiler. Büyük bir kuşun kanatlarının sesiydi. Akbaba’dan daha büyük bir kuştu. Sırtı siyah, karnı ve ayakları beyazdı. Kuş gelip pençesini yılanın kafasına attı. Sonra yılanı ta uzunca olan kuyruğu görünesiye kadar Kabe’den çekti. Sonra onu alıp Ecyâd dağına götürdü. Bunun üzerine, Kureyşliler Kabe’yi yıktılar. Kureyşliler vadilerden omuzlarında taşlar çekerek Kâbe’yi bina ettiler. Ve böylece Kâbe’yi yirmi zira kadar yüksekliğe çıkarttılar.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, 2/58.

SAHTE ŞEYHLER, YOL KESEN EŞKİYÂDIRLAR

Dünya ehli olan âlim ve şeyhler, dünyâ muhabbeti çölünde yollarını şaşırdılar. Kendilerinin ilim ehli olduğunu iddia ederler ama asla ilim ehlinden değiller. Onlar, sâdece mal kazanmak ve makamlara yükselmek için ilim edindiler. 
Onlar, kuttâ-i tarik olup hakkı talep edenlerin yollarını kestiler. Yâni dünyâya muhabbet eden, mal ve makam için ilim elde edenler, yol kesen hırsızlar olup, hakkı arayan kişilerin yollarını kesen eşkiyâlardır. İndirilen bâzı ilâhî kitaplarda Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu:
"Dünya sevgisiyle gerçekten sarhoş olmuş olan âlimler(in cehennemdeki yerin)den ( bağışlanmalarını) benden istemeyin. Çünkü onlar, kullarımın üzerinde "Kuttâ-i tarik"dirler.
Yâni onlar yol kesen eşkiyâ olup, hakka gitmek isteyen kullarımın yollarını kesmektedirler."
Kim ki, hak caddede olup, sırât-i müstakîm ve şeriat yolu üzerinde olur ve yanında da tarikatın makamlarına seyr-ü suluk etme marifetine de varırsa, ona iktidâ etmek ve ona uymak caizdir. Çünkü bu kişi, hakîkat âlemine hidâyet bulanların ehlindendirler, (kendisine uyan) kişiyi de Hakk'a götürür.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, 2/247-248

KOÇ SURETİNDE YARATILAN ÖLÜM

Allah-ü Teâlâ Hazretleri, ölümü bir koç suretinde yarattığında, ona:
"Bu heyetin (şeklin) üzerine meleklerin saflarının arasına git" (ve onların içine gir)" dedi.
Ölümü (müşahhas olarak alaca koç şeklinde) gören meleklerin hepsi bayıldılar. Tam bin sene baygın olarak yerde kaldılar. 
Sonra melekler kendilerine geldiler ve Allâh-ü Teâlâ Hazretleri'ne şöyle seslendiler:
"Ey Rabbimiz, bu nedir?" diye sordular.
Allâh-ü Teâlâ buyurdu:
"O ölümdür."
Melekler:
"Ya Rabbi bu ölüm kimler içindir?" diye sordular.
Allâh-ü Teâlâ buyurdu:
"Nefs (ruh) sahibi olan (herkes) içindir!"
Melekler sordular:
"Ya Rabbi Dünyayı neden yarattın?"
Allâh-ü Teâlâ buyurdu:
"Adem oğulları orada yerleşsin (ve orada iskan olmaları için)."
Melekler sordular:
"Ya Rabbi Kadınları niçin yarattın?"
Allâh-ü Teâlâ buyurdu:
"Nesil olsun diye."
Melekler sordular:
"Bunun (ölümün) kendisine musallat olduğu kişi, kadınlarla ve dünya (malı ve ziyneti) ile meşgul olur mu?"
Allâh-ü Teâlâ Hazretleri buyurdu:
"Tûl-i emel (uzun yaşama düşüncesi) onlara ölümü unutturur. Hatta onlardan dünyayı alan (dünya malına sarılan) ve kadınların şehvetine sarılanlar olur."

Ruhu’l-Beyan Tercümesi Cilt 7, S. 474

DUANIN KABUL EDİLDİĞİ BÂZI MEKÂNLAR


Duâ için kabul edilmesinin umulduğu bâzı mekânlar vardır.
Meselâ:
_1- Kabe ilk görüldüğü ân.
_2- Üç büyük mescid görüldüğü ân:
a) Mescid-i Haram
b) Mescid-i Nebevî
c) Mescid-i Aksa
_3- En'âm sûresinin 124'ncü âyetinde bulunan iki ALLAH lafzı arasında durulup dua edildiği zaman. O mübarek âyet şudur:
"Bunlara bir âyet geldiği zaman, "Allah'ın peygamberlerine verilen risâlet, aynıyla bizlere verilmedikçe sana asla imân etmeyiz." diyorlar. Allah, risâletini nereye tevdi edeceğini daha iyi bilir. Mekkârlıklarından dolayı öyle mücrimlere, yarın Allah yanında hem bir küçüklük, hem pek şiddetli bir azab isabet edecek!"
_4- Tavafta yapılan dua.
_5- Mültezem'de (kâbenin kapısında) yapılan dua.
_6- Zemzem kuyusunun yanında.
_7- Zemzem suyunu içerken.
_8- Safa ve Merve (tepelerinin) üzerinde.
_9- Safa ile Merve arasında sa'y yaparken.
_10- Makam-ı İbrahim'in arkasında.
_11- Arafat'ta.
_12- Müzdelife'de.
_13- Minâ'da.
_14- Üç Cemerât’ta; yani hacda üç yerde şeytana taş attıktan sonra.
_10- Peygamberlerin kabirlerinin yanında okunan dualar makbuldür.
Denildi ki, Efendimiz s.a.v. Hazretlerinin kabr-i şeriflerinden başka hiç bir peygamberin kabri kesin olarak bilinmemektedir. İbrahim Aleyhisselâm'ın kabr-i şeriflerinin yeri tam olarak bilinmeksizin sûrun içindedir. Yâni bulunduğu çevre biliniyor. Diğer peygamberlerin kabirleri hakkındaki bütün rivayetler kesin değildir.
_11- Sâlihlerin kabirlerinin yanında okunan dualar.
Ehlince bilinen şartlara riâyet edildiği zaman, sâlihlerin (evliyâ'nın) kabirleri yanında yapılan duaların kabul olduğu tecrübeyle sabittir.

İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, 2/364-365